Skip to main content
search

Başarılı insanların çoğu yaşamlarını uzun soluklu bir yolculuk olarak görürler ve her gün birkaç kilometre koşarak aylar sonra katılacakları maratona hazırlanırlar. Kabulleri hiçbirşeyin birden bire olmayacağı ancak günbegün yorulmadan usanmadan aynı konunun üzerine çalışmanın onları uzmanlaştıracağı, geliştireceği ve alanlarının en iyisi yapacağıdır.

Angela Lee Duckworth. Yönetim danışmanı, öğretmen, psikolog. Kendisini 6 dakikalık başarılı TED konuşmasından tanıma şansım oldu. Gün içinde ne zaman kısa bir ara vermek istesem, bir TED konuşması dinlerim, farklı yaşamlara, bilgi birikimlerine, deneyimlere oturduğum yerden ulaşır ve ilham veren konuşmacıların dünyasına kısacık da olsa tanık olurum. Duckworth, henüz 27 yaşındayken, zorlu bir kariyer yolu olan yönetim danışmanlığından ayrılıp daha da zorlu öğretmenlik mesleğine atılmış. New York devlet okullarında 7. sınıflara matematik öğretmiş. Öğretmenlik yaparken hangi öğrencilerin neden ve nasıl başarılı oldukları en büyük ilgi ve merak konusu olmuş. Pratik gözlemine göre, başarılı öğrencileri başarısız öğrencilerden ayıran IQ seviyeleri değilmiş, sosyal zeka veya fiziksel sağlık da değil. Başarıyı getiren metanet yani İngilizcesini eğitim ve kişisel gelişme alanlarında sıkça duymaya başladığımız grit. Metanet, uzun vadeli hedefler için tutku ve sebat göstermek, günler, aylar, yıllar süren bir dayanma gücüne sahip olmaktır. Yani, hayatın kısa bir koşu veya finish noktasına en hızlı gelenin kazandığı sprint değil, uzun bir maratondur, stamina, kararlılık ve çok çalışma gerektirir.

Duckworth metanetin başarı üzerindeki etkisini daha da derin bir şekilde araştırmak için psikoloji alanında master yapar. Odağı, eğitimde metanet ve başarının bağlantısı üzerinedir. 

Ailelerin sıkça sordukları “Çocuklara metanet duygusunu nasıl aşılarız? Sorusunu cevaplamak için uğraşır. Araştırmalarında topladığı veriler, ilginç bir şekilde metanetin genellikle yetenekten bağımsız hatta yetenek ile ters bir ilişki içinde olduğunu gösterir. Bu sonuç, halk arasında zeki çocukların pek de çalışkan olmadığı yargısını doğrular. 

Gelişim Zihniyeti Gayretle Başarı Getirir

Anne-babaların çocukların metanet geliştirmeleri için, en başarılı yöntem Stanford Üniversitesi öğretim görevlisi Carol Dweck’in geliştirdiği “gelişim zihniyeti” kavramına dayanmakta. Öğrenirken gerekli olan yetenekten çok, gösterilen gayret ve gayret ile öğrenme çıtasını her gün yükseltmek mümkün. Yani, hiçbir bireyin kapasitesini fiks olarak değerlendirmek doğru değil. Çaba göstererek yeni yeni hedeflere erişilebilir, zaman içerisinde herkes en üst seviyelere ulaşabilir. Bu da bizim çocukluğumuzda belli öğrencilerin tembel, akıllı, çalışkan gibi etiketlerle sınıflandırılmasının ne kadar yanlış olduğunu göstermekte. Hem öğrenci hem de öğretmen açısından bu gibi sınıflandırmaların yapılması öğrencinin kendini olduğu gibi kabul etmesini ve ne yapsa bu etiketi değiştiremeyeceğini telkin etmekte.

Oysa, özellikle okul hayatı sonrasında, hangi kitabı çalışmamız gerektiğini bilmediğimiz, dolayısıyla da hangi sınavı geçmemiz gerektiği belli olmayan bir sürece hazırlanıyoruz. Çoğu zaman deneme-yanılma yöntemiyle, hep çaba sarf ederek hedeflerimize ulaşmaya çalışıyoruz, yolumuza devam ettikçe hedeflerimiz şekilleniyor, değişiyor. 

Dünyanın hızla dönen düzeninde hızlı tüketici olan bizler, ancak çok başarılı insanların sebat ederek başarıya ulaşma hikayelerine ilgi duyuyoruz. Amerikan oto sanayinin öncü kurucularından Henry Ford’un Ford’u kurmadan 5 kez iflas etmiş olması, Walt Disney’in ilk işinden yaratıcı olmadığı için kovulduğu, Albert Einstein’ın 4 yaşına kadar hiç konuşmadığı, Bill Gates’in Microsoft’tan önce ilk ürünü trafik verilerini okuyan ve analiz eden cihaz Traf-O-Data’nın birçok arızadan dolayı büyük bir fiyasko olduğunu, Stephen King’in ilk romanı Carrie’nin 30 kez yayınevleri tarafından reddedildiği, ilgimizi çeken konular arasında olabilir, çünkü sonunda tüm bu insanlar kendi alanlarında efsane başarılar kazandılar, dünyaca ünlü oldular. Peki ya siz, metanet ile ne kadar yol alabilirsiniz?

Gıpta Ettiğimiz Unvanların Arkasındaki Maraton

CEO olmak. Ünlü bir şarkıcı olmak. National Geographic dergisi fotoğrafçısı olmak. Farklı alanlarda mesleğinin zirvesine erişmek. Sokaktan geçen birine sorduğunuzda, hemen herkesin bu mesleklerden birini gözleri parlayarak isteyeceğini tahmin edebiliriz. Büyük bir şirketi yönetmek, makam arabasıyla toplantıdan toplantıya gitmek, yüzlerce insanın hatta belli endüstrilerin kaderini belirlemek güçlü ve prestijli bir iş. Ünlü bir şarkıcı olmak, şöhret, para, yaratıcılık ve herkesin hayatına dokunan eserler vermek tatmin edici. Çok az insanın erişebildiği doğa harikalarına birebirde şahit olmak ve fotoğraf makinesiyle kaydedip bu güzelliklere aksi takdirde ulaşamayacak şehir insanına ulaştırmak bambaşka bir mutluluk. 

Peki, bu profesyoneller hedeflerine ulaşmak için yaşamlarını nasıl düzenlediler? Neleri bilinçli bir şekilde tercih ettiler, nelerden vazgeçtiler? Özel yaşamları nasıl etkilendi?

CEO kendine ve ailesine zaman ayırmak için sadece 5’te kalkmıyor, spor, meditasyon, ve günü planlama rutinini günün en erken saatlerinde tamamlıyor. Günü erken başladığı için erken bitmiyor, gecelere sarkan ofiste çalışmalar, önemli iş anlaşmalarının yapıldığı akşam yemekleri, iş seyahatleri… Ve bu yoğun iş yaşamı en tepeyi hedefleyen her yönetici için geçerli. Ünlü şarkıcı her gün üretmek için çaba harcıyor, her gün stüdyoya giriyor, her gün söz yazmaya, beste yapmaya, şarkı söylemeye zaman ayırıyor. İlham perisini beklemek diye bir şey yok, disiplinli bir çalışma var. Yeme içmesine dikkat ediyor, egzersiz yaparak fitness korumaya zaman ayırıyor. Konserler, turneler, ortaklıklar, reklam projeleri… Hep göz önünde bir hayat… Fotoğrafçı iklim şartları, seyahat koşulları veya yabani yaşam gibi birçok riski göğüsleyerek en ücra yerlerde fotoğraflarını çekiyor. Binlerce çekimin arasından tam istediği ışığı ve kompozisyonu yakaladığı resme ulaşıyor. Anı yakalamak için teknik ve artistik açılardan hazır olması gerektiğinin bilinciyle, her gün çalışıyor. Muhteşem bir kareyi yakalamakta şansın rolü olsa da, o anı ölümsüzleştirmek için gerekli tüm donanımı profesyonel yaşamı boyunca biriktiriyor.

Şimdi sokaktaki adama sorduğum soruyu sizlere değiştirerek soruyorum: Yıllarca sabah 5’te kalkıp eşinizi ve çocuklarınızı ancak yarım saat görebildiğiniz, günlerin toplantılarla geçtiği ve verdiğiniz kararların birçok insanı etkilediği bir maraton mu? Yoksa herkesin size hayran olduğu, sizin ise bu hayranlığın bağımlısı olduğunuz, tüm yaşamınızı kendi sanatınıza, fiziğinize ve üretiminize adadığınız bir maraton mu? Ya da macera dolu yerlerin ve canlıların yaşamını kendi yaşamınız haline getirdiğiniz bir maraton mu?

Unvana bakarak değil de, sizden getirip götüreceklerine bakarak, karar verin: Siz hangi maratonu koşmak istiyorsunuz?

Ela Erozan Gürsel