Teknoloji parkları birçok bilimsel araştırmanın iş dünyasıyla buluşmasına ön ayak oluyor. Yüksek teknoloji, araştırma ve biyomedikal alanda faaliyet gösteren parklar, geleceğin gelişimlerine hız kazandırıyor. Teknoloji parkına dahil olan firmalar, ürün geliştirme ve inovasyona odaklanırken, endüstriyel parklar daha çok üretime odaklanıyor.
Teknoloji parklarının çoğu gelişmiş ülkelerde yer alıyor, 140’ın üzerinde bilim parkı sadece Kuzey Amerika’da bulunuyor.
Son 40 yılda fikirlerin üniversite ortamından nihayi kullanıcıya ulaşmasında teknoloji parkları geçiş sağladı. Dünyanın ilk bilim parkı bugün Google, Intel, Adobe Systems, Yahoo ve VeriSign gibi dev teknoloji şirketlerinin bulunduğu 1950’lerin başında kurulan Silikon Vadisi.
Avrupa’da ilk bilim parkı olan Sophia Antipolis Bilim Parkı, Fransa’da Pierre Laffitte tarafından kurulmuştur. Bilim ve sanatın çapraz fertilizasyonunun sadece ekonomik yönden değil, sosyal ve kültürel açıdan da gerçekleşmesine inanan Laffitte, bilim parkını bu temeller üzerine kurmuştur. Bilim parkları start-up şirketlerin üniversite ortamından iş dünyasına taşımalarına zemin hazırlamaktadır. Parkların sağladığı hukuk ve iş alanındaki eğitimler, işletmelerin başarılarına katkı sağlıyor. Üniversitelerin teknoloji parklarıyla yakın bağı sayesinde yeni araştırma ve teknoloji çalışmaları daha hızlı ticarileşiyor. Teknoloji parkları, inovasyonu yeşerten bilgi ortaklıkları. Silikon Vadisi’nin önderliğini üstlendiği teknoparklar, bugün tüm dünyada inovatif düşüncenin pratik hayata aktarıldığı devasa merkezler haline gelmişlerdir. Bugün dünyada yaklaşık olarak 800 teknopark aktif olarak çalışmaktadır.
Eğitim, araştırma ve özel yatırım birleşince, yeni işler ve çözümler 21. yy kaynaklarını ve inovatif düşünenleri zihin gücüne dönüştürüyor. Sadece Kuzey Amerika’da üniversite araştırma parklarında 300 bin kişinin üzerinde çalışan istihdam ediliyor. 2007’de yayınlanan AURP-Battelle Technology Practice raporuna göre, teknoloji parkında bulunan her iş, yarattığı iş hacmi sayesinde ekonomiye 2.57 iş yaratıyor. Bilim parklarının varoluş amaçları değişebiliyor; yeni işletmelerin ilk yıllarında korunmasını hedefliyor, bazı bilim parkları biyoteknoloji ve bilgi teknolojileri gibi belli sektörlere odaklanıyor. Araştırma parkı ise, içindeki işletmelerin sadece araştırma ve geliştirme yapmasına izin veriyor.
Dünyada İleri Gelen Teknoparklar
Singapur – One North
Singapur’un büyük bilim parkı biyobilim alanındaki Biopolis 2001’de başladı. İlk iki fazı hızla tamamlandı, Novartis ve Eli Lilly gibi devlerin araştırmalarına ev sahipliği ediyor. 2010’da faz 3 tamamlanacak, 4.5 milyon feetlik alana kurulacak ve 5 bin araştırmacıyı istihdam edecek. Biopolis’in birkaç dakika ilerisinde, Japon mimar Kisho Kurokawa tarafından tasarlanmış 24 katlı Fusionopolis var: medya, iletişim ve bilgi işlem alanında araştırmalar, bu merkezden yönetiliyor. Singapur’daki bilim parkı bir bütün olarak 15-20 yıl içinde 7 milyar dolar değerinde olacak.
Singapur Bilim Parkında faaliyet gösteren firma sayısı 2000 yılından itibaren 300’ü geçmiş. Bunlar arasında Sony, Exxon Chemical, Silicon Graphics, Lucent Technologies gibi global oyuncuların yanında küçük ve orta ölçekli firmalar ve yeni kurulan şirketler de yer almakta. Parkta faaliyet gösteren şirketlerin yarısını Singapur şirketleri oluştururken, yabancı firmaların tamamına yakınını Amerikan, Avrupa ve Japon şirketleri oluşturmakta.
Seul – Dijital Medya Şehri
Seul’da kurulan Dijital Medya Şehri, hükümetin bilim parklarına ne kadar destek çıkabileceğinin örneği. Demiryolu deposu ve Han Nehrinin yakınında faaliyet halinde olan 7 binadan oluşuyor, diğer 20 bina halen yapım aşamasında. 7 gazete, 4 medya kuruluşu ve LG Elektronik operasyonlarını ve ana merkezlerini Dijital Medya Şehri’ne dahil etti. Burası aynı zamanda Kore’nin elektronik oyun ve film sektörü için merkez oldu. Deneysel videonun yaratıcıları, binanın üzerinde bulunun dijital ekrana yansıtarak medya şehrinin bu alanda öncülüğünü gösteriyor.
Mapo şehrinde bulunan dünyanın en ileri teknoloji altyapısına ve test platformuna sahip bilgi işlem ve multimedya uygulamalarına sahip. Bu park sayesinde, Seul dijital mobil televizyon teknolojisi ve kablosuz yüksek hızlı mobil internet servisi WiBro ve 100Mbitlik hızlı fiber-optik broadband ağı ile öncü bir merkez.
Meksika – Monterrey
Meksika’da kurulan Araştırma ve Inovasyon Teknoloji Parkı Monterrey, ilk 160 milyon dolarlık fazını tamamladı ve kiracıları yerlerini aldı. Parkın amacı, ülkenin önde gelen endüstriyel merkezini uluslararası bir bilgi şehri haline getirmek. Kampüste, Ar-Ge, ulusal laboratuvarlar ve Meksika’nın ileri gelen mühendislik okulu var. Motorola ve PepsiCo gibi çok uluslu şirketlerin nano materyel, megatronik, bilgisayar modelleme ve mikroelektronik alanlarında araştırma laboratuvarları var. Motorola mühendisleri telekom araçları tasarlıyorlar. Aralık ayında, PepsiCo’nun 20 milyon dolarlık sirküler cam yapısı bir yemek pişirme inovasyon merkezine çevrilecek: Latin Amerika ve ABD’de 200 kişilik bir takım, kurabiyeler ve krakerler yapacaklar. Binanın çatısı güneş panelleri ve bahçelerden oluşacak. Meksikalı teknoloji girişimcilerine yardım etmek, parkın amaçlarından biri. Meksika’nın fikirleri ticarileştirebilen bir sistem eksikliği mevcut. Park yönetimi, bu eksiği gidermek için başlıca sanayicileri melek yatırımcı olmaya ve daha cesur yatırımlara girmeye yönlendiriyor.
North Carolina – Research Triangle Park
Uluslararası rekabetin artmasıyla, Research Triangle Park içinde bulunan GlaxoSmithKline ve IBM, beyaz yaka profesyoneller için bir MBA programı ve kamu hukuku ve sosyal bilimler alanında eğitimler veriyor. RTP müdürleri rollerini North Carolina ekonomisini geliştirmek olarak niteliyorlar. Kar amaçlı olmayan operasyonlar 7 araştırma parklarını ve 17 üniversite kampüsünü biraraya getiren bir konsorsiyum oluşturuyor. Amaç, yeni Ar-Ge projelerinin önünü açmak ve şirketleri üretime çekebilmek.
Teknoloji Parkları ve Butik Laboratuvarlar
Gelecek bilimci Anthony Townsend’e göre, geleceğin büyük inovasyonlarının; Singapur, Şangay ve Seul’de kurulan devasa multimilyar dolarlık teknoloji parklarından değil, butik laboratuvarlardan çıkacağı yönünde. Budapeşte’de 2007’de kurulan Kibu küçük ölçekli birkaç milyon dolarlık maliyetli loft tarzı bir butik laboratuvar. 12 kişinin dijital medya ve iletişim ürünleri alanında birarada çalışarak yeni ürün tasarladığı bir platform. Şimdiden ticari başarıları mevcut. Yazılım startup’ı Prezi Microsoft PowerPoint’e rakip gösterilen sunum paketini bu komplekste gerçekleştirmiş. Bu tür butik laboratuvarlar özellikle web 2.0 ve telekomünikasyon projeleri gibi tasarımcıların, mühendislerin ve girişimcilerin kolaylıkla uzaktan çalışabileceği yeni bilgi ekosistemleri halini alıyor. Butik bilgi parklarına Finlandiya’daki Snowpolis bir örnek: Merkez spor giyimde soğuk hava teknolojileri alanında araştırma geliştirme faaliyetlerini yürütüyor. Sanal laboratuvarlar ise, fiziki parklara iyi bir alternatif. 21. yy’da küçük-büyük her türlü merkezin birbiriyle entegre bir şekilde çalışması şart. Böylelikle bilgi paylaşımı her yönden gelirken, inovasyonların hayata geçişi hız kazanıyor.
Bilgi ekonomisinin büyümesi için kurulan bu teknoloji parkları, sadece üretim ve inovasyon amaçlı komplekslerden oluşmuyor. Çalışanlarına yaşam alanı da yaratıyor. Restoranlar, spor ve eğlence kompleksleri, kültürel etkinliklerin ve özel derslerin gerçekleştiği kulüpler bu parkları geleceğin tasarlandığı küçük kentlere dönüşüyor.
İspanya’nın 22 @ Barcelona, Barcelona’nın pamuk bölgesindeki 115 blokluk sanayi alanını uluslararası bir iş merkezine dönüştürüyor: 1000 medya, bilgi işlem ve medikal teknoloji, araştırma şirketlerinin ve üniversitelerin birarada çalışacağı bir yapı oluşturuluyor. Bu komplekste, 15 yıl içinde 150 bin kişinin çalışacağı ön görülüyor.
Türkiye’de Teknoparklar
Türkiye’de ilk Teknoloji Geliştirme Bölgesi çalışması ODTÜ tarafından 1991’da başlatılmıştır. Bugün Türkiye’de kurulumu tamamlanmış teknoparkların sayısı 23’tür.
2001 yılında kabul edilen 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu ile teknoparkların önü açılmış ve girişimcilere çeşitli kolaylıklar sağlanmıştır. Vergi alanında sağlanan bu kolaylıklar araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) çalışmalarında teşvik edici özelliktedir.
Teknoparkların gelişimini sağlamak ve şirketleri bu bölgelere çekmek için hükümet desteği önemlidir. Özellikle kurulum aşamasında, sınırlı hükümet desteğinden dolayı çok ciddi problemler yaşanmaktadırlar. Diğer ülkelerde olduğu gibi, üniversite-hükümet-girişimci üçgeninin yatırım anlamında desteklenmesi, üretime elverişli yapıların ortaya çıkmasını sağlayacaktır.
Mikro Yazılımevi’nin Ar-Ge’den sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Murat Sakarya ile, teknoloji parklarının işleyişi ve Türkiye’deki gelişimi için yapılması üzerine kısa bir röportaj gerçekleştirdik.
1. Firmanızın faaliyet alanını kısaca anlatır mısınız?
Mikro Yazılımevi, 21 yıldır ticari yazılımlar alanında faaliyet gösteriyor. 1988 yılında muhasebe programı olarak başlayan iş hayatımız, kayıtlı onbinlerce kullanıcımızla, kurumsal kaynak planlamasına çevrildi. Elbette herkes kendi firmasını iyi bir yere konumlamak ister ama, biz gerek fonksiyonalitemiz, gerekse kullanıcılarımıza yakınlığımızla, yurtiçindeki en işlevsel yazılım olduğumuzu görüyoruz. Bu kadar çok sayıda ve farklı sektördeki kullanıcılarımızın pazarda oynadıkları rol düşünüldüğünde, üzerimizde ciddi bir sorumluluğun olduğunu ve bu sorumluluğu 21 yıldır layıkiyle taşıdığımızı düşünüyorum.
2. Türkiye’de bilişim sektörü ve teknoparkları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bilişim, maalesef ülkemizde teşvik gören sektörlerden değil. Hatta, bilişim dendiğinde çoğunlukla bilgisayar ve donanım pazarlamacılığı anlaşılıyor. Biz, gerek firma olarak, gerekse üye olduğumuz sivil toplum kuruluşları aracılığı ile, defalarca bilişimin “bacasız sanayi” olduğunu, insan kaynağı dışında, yok denecek düzeyde kaynak kullanılarak, küresel pazarlarda söz sahibi olunabileceğini her fırsatta dile getirdik. Tüm Türkiye’deki teknokentlerde yanılmıyorsam yalnızca 600 firma var. Bunda kapasite yetersizliği veya yüksek kiralar etken olmuş olabilir, ama bu sayı son derece düşük. Özellikle yazılım geliştirme gibi, nihai ürünün sadece hayal gücünüzle sınırlı olduğu, her türlü işletmenin, sektörü, büyüklüğü ne olursa olsun, verimlilik artışı ve izlenebilir büyüme için otomasyona ihtiyacı olduğu, bu ihtiyacın bazen 3 bazen 20 kişilik Ar-Ge ekibiyle gerçeklenebileceği düşünülürse, yazılım sektörünün Türkiye’nin her alanı için ne kadar gerekli olduğu anlaşılacaktır.
3. Teknopark içerisinde olmak firmaniza ne gibi katkılar sağlıyor?
Teknoparklar, birden fazla önemli amaca hizmet ediyor. Öncelikle, teknopark katılımcısı firmalar maliyet düşürücü avantajlardan yararlanıyorlar. Çalışan Ar-Ge personelinin gelir vergisi muafiyeti daha fazla ve daha kalifiye istihdam olanağı sağlıyor. İkincisi ve daha önemlisi, inovasyon olanağı. Farklı ya da benzer alanlarda teknoloji geliştirmeye odaklanmış firmaların birarada bulunmaları güç birleşimi için uygun bir ortam sağlıyor. Keza, akademik kaynaklara yakınlık da, teknoparklarda geliştirilen projelerin toplam kalitesinin artışında önemli bir unsur. Yerel pazarı aşıp, küresel rekabete dahil olmak için, bu tür işbirliklerinin son derece önemli olduğunu düşünüyoruz.
4. Firmanızın daha etkin çalışabilmesi için hükümetten ve teknoparktan beklentileriniz nelerdir?
Teknoparkların vergi muafiyeti dolayısıyla hükümet tarafından algısının değiştirilmesi önemli bir başlangıç olabilir. Maliye teknoparklardaki firmaların çalışanlarının vergiden muaf olmasını gelir kaybı olarak görmüş ve bu personelin mesaisinin izlenmesini teknopark yöneticisi firmalara delege etmiş. Burada da anlaşılmaz bir biçimde “Ar-Ge oturduğun yerde yapılır” mantığı ile, her ay tüm çalışanlarımızın kaç saat firmada bulunduğunu (kaç saat çalıştıklarını değil, kaç saat fiilen orada olduklarını), öngörülenden eksik çalışılmış ise gerekçelerini (izinler, resmi tatiller gibi), kullandığı ve hakettiği yıllık izin sürelerini raporlamak durumundayız. Elbette bu durum suistimale açıktır, ancak kapıyı çalanı teknokente buyur etmediklerinden, zaten toplam firma sayısı 600’ün altında olduğundan, başka bir kontrol mekanizması oluşturulmalı diye düşünüyorum. Bu iş bile (diğer faliyet raporlarının hazırlanmasının yanı sıra) başlı başına el tutan – vakit alan bir iş.
5. Müşteri ziyareti, bilişim konferansı veya eğitimleri gibi zorunlu dışarıda olmanız gerektiğinde nasıl bir yol izleniyor?
Fiilen teknopark içinde olmadığımız zamanlar çalışmamış görünüyoruz. Bu duruma istisna yok. Mesela, bir kullanıcımız, fabrikasına yeni bir üretim bandı eklemiş, oradaki fiziksel otomasyon ile programlarımızın haberleşmesi gerekiyor. Ne yapacağız? Sök buraya getir diyemeyeceğimize göre, bir süreyi fiilen orada geçirmemiz gerek. Ancak, bu süre zarfında teknoparktaki lokasyonumuzda da olamayacağımızdan, o projedeki iş arkadaşlarımız, o süre boyunca “çalışmamış” kabul ediliyorlar. Keza, gerek yurt dışı projelerimiz sebebiyle, gerekse sektörel fuarlara katılım ya da ziyaret için yurt dışında bulunduğumuz süre ve hatta, işletim sistemleri, veritabanları, OTVT sistemleri gibi yazılımlarımızın birebir bağlantılı olduğu alanlardaki eğitim ve seminerlere katıldığımız süre bile “çalışılmamış” süre adlediliyor. Çalışanlarımızın bireysel gelişimlerine verdiğimiz önemden ötürü, bu tür olanakları sonuna kadar kullanmaya, mümkün olan her türlü yeni bilgiye ilk ağızdan ulaşmalarını sağlamaya çalışıyoruz. Bu, önümüzü daha net görmemize ve geleceğe hazır olmamıza yardımcı olduğu gibi, çalışanlarımızın da motivasyonunu artırıyor. Lakin, dediğim gibi, teknopark yasası gereği, “Ar-Ge yalnızca oturduğunuz yerden yapılabiliyor.”
6. Türkiye’deki teknoparkların dünya standartlarına ulaşması için hangi alanlarda gelişmesi gerekir?
Küçük firmalara destek
Ülkemizdeki teknoparkların kapasiteleri maalesef yeterli değil. İyi bir yazılım projesi için, 50 ya da 500 tam zamanlı mühendisiniz olması gerekmiyor, 3 kişilik bir takım da iyi bir fikrin etrafında harika projeler geliştirebiliyor. Böyle küçük takımlar teknopark kirasını karşılayacak getiriye ya da birikime sahip olmayabilir. Bu tür durumlarda üniversite, hükümet veya AB programlarının devreye girip yeni girişimlere ve inovasyonlara kol kanat germesi çok önemlidir.
Teknopark yönetimi ve katılımcı firmalar arası diyalog
Teknopark yönetici şirketlerinin çok daha aktif ve katılımcı firmaları çok daha yakından tanıması gerektiğini düşünüyoruz. Gerek AB çerçeve programları, gerekse, kamunun ya da özel sektörün bilişim projeleri konusunda bir danışman firma gibi görev alıp, olası işbirliklerini yönlendirmeleri mümkündür ancak yapılmamaktadır. Belki burada da minik bir rekabete ihtiyaç var. Mevcut yoğun talep ve kısıtlı yer yüzünden “yok satan” yönetici şirketler kendilerini (yasal zorunlulukları dışında) herhangi bir konuda sorumlu görmüyorlar sanırım.
Sosyal etkileşime açık bir ortamın yaratılması
Hayatımızın gözardı edilemeyecek bir bölümünü işyerlerinde geçirdiğimiz düşünülürse, sosyal olanakların da önemli bir rol oynadığını kabul etmemiz gerekir. Bu yüzden fiziki olanakların yanında, yine muhtemelen yönetici firmanın önderlik ya da kontrolünde sosyal gruplar oluşturulması çalışanlar için yalnızca firmaya değil, teknoparka da aidiyet fikrinin gelişmesinde yardımcı olacaktır. Farklı sektörlerde farklı insanların sosyal ortamlarda biraraya gelmeleri, yeni fikirlerin doğmasında da önemli rol oynayacaktır. kısaca, teknoparklar sadece iletişim altyapısı ve teknolojik olanakları güçlü “bina”lar olmaktan çıkıp fikirlerin “çarpıştığı” think tank’lere dönüşmelidir.
Kaynak: Datassist / Değişim Yelpazesi, Dünya Gazetesi