Skip to main content
search

Son zamanlarda dikkatimi çeken bir şey geçmişten beri yaşadığım ve çokta adlandıramadığım bir düşüncenin tekrar canlanmasına yol açtı. Financial Times gazetesinin yıl sonu eki dünyanın en güçlü ve etkili kadınlarına ayrılmıştı, iş dünyasından sanat ve siyasetteki etkin kadınlar boy gösteriyordu. Dünyanın en güçlü ve etkili iş kadınları arasında Güler Sabancı Hanımefendi’nin baş sayfada yer alması gazete ekine olan ilgimi iki kat arttırdı.İki konu çok ilgimi çekti: biri, biraz sübjektif hatta oldukça kadınca bir dikkat…

Bu etkili kadınların bir kısmı ileri yaşlarda olmalarına rağmen, canlı, genç görünümlü ve hayatla içiçe kişiler.Örneğin, 70 yaşında Afrika’nın yeşil starı olarak bilinen, Nobel ödüllü  Kenya’lı Wangari Maathai’nin resmine baktığınızda bu ne güzellik, bu ne canlılık, ruhunun güzelliği yüzüne yansımış diye düşünüyorsunuz, o kendine özgü Afrika giysileri içinde bir güneş gibi parlıyor. Oysa, hayatı ne zorluklarla ne mücadelelerle geçmiş… hapis cezaları, polis dayağı, koca baskısı. Gözüme çarpan diğer başarılı kadın Japonya’nın en başarılı kadınlarından Yoshiko Shinohara  dünyada 303 şubeli Temp Holding’in en büyük hissedarı. Kendisi 76 yaşında ancak sarı renkli pantolon ceket takımı içinde benden çok daha genç ve dinamik duruyor. Aynı yaştaki anneme gösterdim Shinohara’nın resmini, ‘Anne bak seninle yaşıt’ diye, ‘bizden geçti artık kızım’ diyen annem bile dudaklarını büküp bakakaldı resme.


İkinci ve bu yazıyı yazmama neden olan asıl konu ise şu. Bu hatunların konuşmalarında, özellikle Cherie Blair’den ünlü yazar Diana Athill’e Avrupalı kadınlarda ayrımcılıktan ve Cam Tavan’dan (Glass Ceiling) fazlasıyla söz edildiğine dikkat ettim. Sanki Avrupa’da bu kadar kadın hareketine, kadından yana çıkarılmış yasalara ve bunca gelişmişliğe rağmen kadınlara set çeken bir anlayış ve gizli bir dayanışma olduğunu hissettiriyor bana.

Geçtiğimiz yıllarda Brüksel kaynaklı bir sosyal etkinlik nedeniyle gelen iki hanım bankacıyı ağırladık KAGIDER’den bir arkadaşımla. Hanımlar cam tavan alanında bir projede çalışıyorlar. Amaçları, kadınlara daha fazla imkan tanınmasını ve kadın dayanışmasını kıtalar arası bir çalışmaya dönüştürmek. Hanımları karşıladıktan bir süre sonra bir tanesi bana dönüp ‘Türkiye de Cam tavan var mı?’ diye sordu. Ne diyeceğimi şaşırdım, iş dünyasında bulunduğum 25 yıl içinde Türkiye de bir Türk tarafından kendime karşı yapıldığını bir kez olsun hissetmediğim bir durum. Kişisel olarak böyle bir şey hissetmedim dedim, belki başkaları hissetmiştir.

Ardından, yabancı misafirlerimizi yemeğe götürdük. Yemekte biri bey, üçü hanım olmak üzere dört Türktük. Bu hanımlardan biri, ismini vermeyeceğim, şu anda artık çalışma hayatında olmasa da istediği an ulaşamayacağı siyasetçi ya da iş adamı olmayan bir halkla ilişkiler duayeniydi, hanımların çalıştığı uluslarası bankanın sahibini bizzat tanıdığını ve Türkiye’de çeşitli defalar ağırladığını söyleyince Brükselli dostlarımız iyice şaşırdılar. Diğer hanım ise, KAGİDER üyesi, kendi işini kurmuş başarılı bir iş kadını, diğeri de ben. Yemek sırasındaki sohbette benim dışımdaki diğer iki hanım da çalışma hayatları boyunca bir cam tavan hissetmediklerini belirttiler.

Bu konuşmalar sırasında aklıma şöyle bir şey geldi, yıllar öncesinde bulunduğum konuma nasıl geldiğimi sorgulayanlar olmuştu. Merakla ve hayretle görevimle ilgili birçok soru soranlar Türk değil Alman meslektaşlarımdı.

Bir Avusturalya firmasında finans direktörü olarak çalıştığım yıllardı, oldukça gençtim. Yurtdışında bir fuara katılmıştım. Fuar sırasında hep birlikte sohbet ettiğimiz bir alanda, Alman şirketindeki meslektaşlarım bana görevimi sordular, söyledim; peki bu göreve gelebilmek için hangi okulları okudunuz, hangi tecrübeleri edindiniz şeklinde sorgu devam etti, ben ne olduğunu fark etmeden masum bir şekilde cevap vermeye devam ettim. Sonra işi daha ilerletip, şirketin faaliyet alanı ile ilgili teknik sorular yöneltmeye başladılar, ben kendilerine finans ve muhasebe ile ilgilendiğimi teknik bir kişi olmadığımı belirtmeye çalıştım ama yaramaz mahalle çocukları gibi aynı konularda ısrarcı sorularıyla işin dozunu kaçırmaya başladılar.

Benzer davranışları ortaokulda oğlan çocuklarından görmüştüm: kızlar aptaldır, onlara zor sorular sorup imtihan edelim. Neyse, bunun üzerine İş Kadınları konusundaki yaklaşımı Avrupalı meslektaşlarından farklı olan Amerikalı teknik sorumlu iş arkadaşım duruma müdahale etti. Yaptıklarının bir saldırı olduğunu, bu tür davranışa müsaade edemeyeceğini belirterek konuyu birazda kaba bir biçimde kapattı. Daha önce benzer bir davranışla hiç karşılaşmamış biri olarak, böyle bir tartışmaya hazır olmayan ben, bu davranışın vahametini zaman geçtikten sonra daha iyi kavradım. Sonraki yıllarda Avrupalı hanım arkadaşlarımın tedirginliklerini, bir çeşit görünmeyen, onların davranışlarına, kıyafetlerine süzülmüş ince baskıyı zaman içinde gözlemleme şansım oldu. Neden iş hanımlarının sadece gri ve lacivert giydiğini, neden kadınca bazı özelliklerini baskıladıklarını, neden kısa ve resmi kesilmiş saçları tercih ettiklerini daha iyi anladım.

Yıllar sonra Datassist’in sahibi olarak da yine Avrupalı bir meslektaşımın benzer sorularıyla karşılaştım. Bir kadın olarak tek başına şirket yürütüyor olmama şaşırdı, herhalde en başında eşiniz vardı değil mi dedi, hayır dedim, tüm süreçte yalnızdım. Ben de cevabımın beyefendide şaşkınlık yaratmasına şaşırdım. Bir Türk erkek meslektaşım ya da iş çevremden hiç böyle bir soru gelmedi bana.

Biliyorum Türkiye kadın çalışan nüfusü açısından hala OECD ülkelerinin en sonunda yer alıyor: OECD verilerine göre, 2008 yılında çalışma yaşındaki kadınların sadece %24’ü çalışıyor. Yani, dört kadından sadece biri çalışma hakkını kullanıyor ya da şansını yakalıyor. Teknik olarak nüfusun yarısı erkek yarısı kadınsa, kadınlarımızın büyük bir kısmı ya üretime katılmıyor ya da üretime katılsa bile istatistiklere girmeyecek konumda bildiğimiz nedenlerle. OECD ülkelerinin genelinde çalışma yaşındaki kadınların işgücüne katılım oranı %50’nin üzerinde.

İş Kadınları açısından Türkiye’de farklı olan, eğer kadın bir kez birinci kata çıkmayı başarırsa,  bize tavan yok bundan sonrası sadece hayal gücümüz ve yeteneğimizle sınırlı… Yani, istediğimiz kadar uçabiliriz…

Ayşe Nazmiye Uça
Datassist Bordro Servisi Genel Müdürü

DBS

Leave a Reply