Kişisel reklam panomuz olan sosyal medya hesaplarımızdan “ben markamızı” eskiye nazaran çok daha kolay bir şekilde salık verebiliyoruz. Bu durumun yansımaları elbette çok büyük ölçekli oluyor. Ancak dozajı iyi ayarlayamazsak “ben markası” çalışması yapayım derken madara olmak da var…
Sosyal medya kişilerin kendine bakış açılarını değiştirdi. Facebook’ta, Twitter’da paylaşım yapan bir sürü insan kendisini bir otorite olarak görüp birçok konuda görüşlerini paylaşıp tozu dumana katıyor. Bu bana oldukça komik geliyor, çünkü takipçilerimiz zaten bizimle hemen hemen aynı görüşte olan kişiler. Düşünüyorum da bunu paylaşmamın ne önemi var? Kimim ben? Neden önemli olayım ki?
Ancak gerek medya tarafında gerek iş dünyasında kendini marka olarak konumlandıran, bunu da oldukça profesyonel olarak yapan kişilere sıkça rastlıyoruz. İş sahibi ve girişimci olarak marka yaratmak alışılmış bir konu. Ancak artık profesyonel yöneticiler de kendi markalarını yaratıyorlar ve bu konuda bir hatırı sayılır mesai harcıyorlar. Özellikle uzaktan çalışmanın yaygınlaşması çalışanlarla organizasyonların bağlarını gevşetmiş durumda. Bu da yöneticilere ve yönetici adaylarına kendi markalarını yaratma konusunda motivasyon ve gereklilik getiriyor. Birçok çalışan “kendi markaları” konusunu daha fazla önemsiyorlar.
Bu Durum Daha Önce Nasıldı?
Sosyal medya ağlarının çok yaygın olmadığı zamanlarda basılı ya da görsel medyada bunu yaratmak o denli kolay değildi. Özellikle C level yöneticiler içinde bulundukları organizasyonun PR bütçesinden çalıştıkları şirket yerine, kendilerini ön plana çıkarak kullanımlar yapmaları oldukça sık görülen bir durumdu. Aslına bakacak olursak halen de bir ölçüde bu durum değişmiş değil. Bulunduğu kurumda kendi PR’ını yapmanın ne kadar etik olduğu tartışılır. Zaman zaman yöneticinin markası şirket markasının önüne organik olarak geçer. Yöneticinin yadsınamaz bir başarısı vardır. Markayı yükselten bu yöneticidir ve bu anlamda yönetici kendiliğinden parlar. Çoğu zaman da ince bir PR çalışması ile bize bu yöneticinin çok başarılı olduğu işlenir ve sonunda yönetici piyasada “başarılı yönetici” olarak öne çıkar. Bir yönetici kendisini parlatma yolunda kaldıraç etkisi yaratacak bir ekoloji yakaladığında, adeta bir roket hızında çok daha büyük organizasyonların başına geçebilir. Eğer işler iyi giderse olay kendini yaratan kehanete dönüşerek kişi yükselişini sürdürür.
Ancak kimi zaman özellikle bu yükseliş hormonlu ise yüksekten düşüş sancılı olabilir. Zaman zaman bulunduğu organizasyonun gazı ile yükselen ve buradaki PR imkanlarını kendi markaları için kullanan yöneticiler gerek içerden gerek dışarıdan itici gözükebiliyorlar. Hele ki enerjilerini şirketin yükselişinden çok, kendi markalarına ayırmışlarsa… Piyasa bir şekilde bunu hissedebiliyor. Özellikle kriz anlarında, yani gerçek yönetim başarısına en çok ihtiyaç olunan zamanlarda bu kolaylıkla ortaya çıkabiliyor.
Şimdi Nasıl Oldu?
Sosyal medya bu durumu sonsuza kadar değiştirmiş gözüküyor. Özellikle LinkedIn, kişisel marka için doğru adres ve burada hemen hemen hepimiz kendi çapımızda farkında olalım olmayalım bir kişisel marka yaratma çabasındayız.
Burada da dışa dönük, içe dönük, hiç sosyal medyada olmayan ya da her küçük kişisel başarısını sosyal medyada paylaşan çalışanlar var. Başarı algısı kişiden kişiye değişebilir kimisi için ofisin yerini o günde doğru bulmak bile olabilir.
Bazıları Sosyal medyada kişisel markasını yaratırken bir yol izliyor. “Bakın ben ne kadar becerikliyim, geç saatlere kadar çalıştım, tatilde bile Zoom toplantısındayım” noktasında olabilir.
Kimisi kafasına göre normalin dışında iyi yaptığı aksiyonları bekler ve sadece bunları paylaşır. Ya da okuduklarından, öğrendiklerinden çıkardığı dersleri söz konusu eder. Burada biraz utangaç da olsa “bakın ben ne kadar akıllı ve yetenekliyim”i fazla göze sokmadan paylaşır. (Ben bu gruba giriyorum)
İş çevresine yönelik ağlarda özellikle LinkedIn de özel hayata ilişkin paylaşımların derecesini tutturmak ise ayrı bir konu. İş yerinde inen çıkan duygulardan, çocuklar ve eş ile gidilen tatiller, yapılan yemekler, evcil hayvanlarımız, hastalıklar (hastane odasından ameliyat sonrası fotoğraflar dahil) paylaşılabiliyor. LinkedIn’de oldukça kışkırtıcı bir kıyafetle fotoğraf paylaşıp sonra “Aa bakın ben burada iş arıyorum, sizin niyetiniz başka!” diyen kişiler de var. Ya da özel hayatını çok gereksizce açıp, bir iş arayışında olan ve bundan zarar gören kişiler de var. Ancak unutmamalıyız ki artık hiçbir şey kaybolmuyor. İnternetin karanlık dehlizlerinde belki sonsuza kadar unutuluyor belki de elbet bir gün gün ışığına çıkıyor.
Tüm bunlarında alıcısı var, ancak iş ağlarında kişisel noktalar konusunda sınırı çizmek ve bu çizgiyi korumak gerekir. Belki bundan bir süre sonra bu konuda doygunluk yaşarsak yeni bir seviyeye ulaşacağız. Kim bilir belki yapay zekâ uygulamaları bizi zaten takip edip bizim adımıza markamızı oluşturacak. Hatta belki çoktan oluşturdu bile!