Skip to main content
search

Tarih kitaplarında kapitalizmin başlangıcını 11. yüzyıl dolaylarına denk geldiğini görürüz. Aslında ben bu konuda tarih belirleme olayına karşıyım. Çünkü dünya her zaman kapitalistti. Hayvanlar da öyle. Örneğin bir ceylan, aslanla karşılaştığında kaçmaktan başka çaresi yok, o da şansı yaver giderse tabii. Çünkü aslan onu yemeye geliyor ve kendisinden çok güçlü. Bu durum kişisel, şirket ya da hükumet politikalarında da böyle işliyor. Adına Sosyal Darwinizm, kapitalizm ya da ırkçılık diyebilirsiniz; hiç fark etmez. Güçsüz olan her zaman kaybediyor.

Çarkın Ta Kendisi, Çarka Dişli Olanlar ve Çarka Dişli Olamayanlar

Üniversite yıllarımda aldığım bir ders yaklaşık bir sömestir boyunca MAI sözleşmesine atıfla geçmişti. O dönem biraz komplo teorisi olduğunu düşünmüş, hocamın yorumlarını fazlaca abartılı bulmuştum. Söz konusu sözleşme 1995 yılında OECD ülkelerince hazırlanan, küresel çapta bir politika yasasıydı. Yabancı bir ülkeye yatırım yapan küresel bir şirketin karşılaşabileceği neredeyse tüm mevzuat bariyerlerini kırıp, devletlerin bu bağlamdaki yetki ve yaptırımlarını da en düşük seviyeye indirmesini arzu eden bir sözleşmeydi bu. İstenilen düzen öylesine sertti ki, neredeyse yabancı menşei olan bir şirket özerk bir cumhuriyet gibiydi ve devletten birçok yatırım teşviki de alabiliyordu.

Ancak 1998’e gelindiğinde geri adım atılmış ve müzakereler rafa kaldırılmıştı. İşte hocamın inanmadığı kısım tam da burada başlıyordu. Ona göre bu sözleşme 1998’de sona ermemiş, sadece unutturulmaya çalışılmış ve unutturma konusunda da hayli başarılı olunmuştu. İnsanlar MAI’yi unutmuş ancak MAI sessiz sessiz hayata geçmişti. MAI’ye göre dünya üç kutba ayrılıyordu. Birincisi teknolojiyi üretebilen elit grup, ikincisi teknolojiyi tüketebilen müşteri grubu, üçüncüsü ise ne üretebilen ne de tüketebilen karanlık gruptu. Elit grup kesinlikle olmalı üretim yapmalı, müşteri grubu da kesinlikle olmalı ve diğer işlerden kazandığı parayla teknoloji tüketmeli ya da tükettiği teknoloji sayesinde para kazanmalı. Fakat üçüncü grubumuz, yani karanlık grubumuz ise dünya için fazlaydı. Bu grubun bahtsız mensupları, bu çarka bir dişli olamıyordu. Öte yandan dünya insanlara dar gelmeye de başlamış, nüfus almış başını gitmişti. Dünyanın kıt kaynaklarını bu karanlık güruha akıtmak israftan başka bir şey değildi. Salgın hastalıklar, savaşlar, kuraklıklar gibi yoğun çaba harcayıp bu grubu tüketmek gerekiyordu.

Üçüncü grubu coğrafi olarak bir genellemeyle Afrika kıtasının büyük çoğunluğu, Arap yarım adasının kuzeyi, Orta Asya’nın büyük bir kısmı olarak nitelendirmek mümkündü. Sefaletin başını alıp gittiği bir diyarda kimsenin öncelikli ihtiyacı bir Apple cihazı olmayacaktı. Türkiye ise bu çarkın bir dişlisi olarak ikinci grupta kendisine yer edinebilmiş ve yaşamaya hak kazanmıştı.

Soğuk Savaş Sisi

Pastırma yazından sonra gelen sisli hava, kara kışın habercisidir. Şu an hayli sisli bir havada olduğumuz kanısındayım. Tıpkı 2. Dünya Savaşı sonrası başlayan Soğuk Savaş günleri arifesi gibi… ABD yine bu savaşın oyuncusu ancak bu kez rakibi Rusya değil, yıllarca dünyanın işçilik yükünü taşıyan Çin.

Tarih sanırım gerçekten de tekerrürden ibaret. Bir önceki Soğuk Savaş döneminde çok canlar yanmış ama kazanan insanlık olmuştu. Teknoloji, bilim, ekonomi, sosyal ve daha birçok alanda müthiş gelişmeler yaşanmış, dünya tıpkı bir teknokente dönmüştü.

İnternetin temeli, uzay yarışları, GPS, transistör, MR, robot teknolojileri, modern ulaşım ağları, yeni enerji kaynakları (nükleer, güneş, rüzgâr), demokratik gelişmeler, insan hakları ve yapay zekâ temelli askeri araçlar…

Bunların hepsi rekabet sayesinde var oldu.

En Sevdiğimiz: İçi Boş Hamaset Söylemleri

Çağın gerekliliklerini yerine getirmek ve bu nimetlerden nemalanmak gerekiyor. Yavaş olmak güçsüz olmak demek ve güçsüz olursak kaybederiz.

Daha önceki yazılarımda da sıklıkla bahsetmiş olduğum gibi Yapay Zekâ özellikle beyaz yakalıları alenen tehdit ediyor. Şu günlerde Yapay Zekâ’ya direnmek pek de akıl işi değil gibi duruyor. Bilgiye ulaşmak artık çok kolay, Yapay Zekâ üretemiyorsak en azından teknoloji okur yazarlığımızın olması gerekiyor. Şirketlerin en büyük yatırımlarını teknolojiye yapması gerektiğini biliyoruz. Görüyor ve artırıyorum, bireylerin de en büyük yatırımını teknolojiye yapması gerekiyor. Bu yalnızca teknolojik bir cihaz almak demek değil. Teknolojiyi takip etmek ve kullanabiliyor olmak demek. Kendi işimizi patronumuza bırakmadan, Yapay Zekâ ile entegre etmemiz gerekiyor.

Ülke olarak hep Kahraman Bakkal’dık. Beceriksizliğimizi “gönüllerin şampiyonu” diyerek, “şerefli mağlubiyet” diyerek makyajladık. Mutluluğun şifresine “kuru ekmek, soğan” dedik. Hep garibanlığın ama gururlu olmanın para etmesinden bahsedip, içi boş hamaset edebiyatı yaptık. Ancak bunlar gurur emareleri değil. Bilakis gurursuz, rekabetten korkan, tembel ve içe dönük boş avuntudan başka bir şet değil.

Hem gururlu hem çalışkan hem de varlıklı olmak diye bir şeyin olabileceğinden hiç bahsedilmedi. Bir an evvel bakkalı kapatmalı ve süpermarkette işe başlamalıyız. Birinciye şerefsiz iması yapmamalı, gerçek kazanan olmaya çalışmalıyız.

Ayrıca kuru ekmek ve soğan da tek başına asla mutluluk vermez…