Nobel, Grammy, Oscar ya da Ballon d’or ödül törenlerini izlediniz mi hiç? Kamera sahneden seyircilere döndüğünde, ışıl ışıl parlayan sahnedeki sunucunun kendi isimlerinin başına “kazanan” sıfatını getirip anons etmesini umutlu ve heyecanlı gözlerle bekleyen, en şık kıyafetleri ile sahneye çağrılmak için içi içine sığmayan finalistleri görürüz.
Ancak üzgünüm, çünkü bir kişi hariç hepsinin kalbi kırılacak. Eh tarihin de işi varsa yoksa kazananları yazmak. O andan sonra kazananın adı her yerde yazılacak. Bir süreliğine gündem bu “şampiyon” ile meşgul olacak. Birçok medya organında bu başarı öyküsüne dair haberler, söyleşiler yayımlanacak. İkinciye ya da diğerlerine gelirsek, onların ne birer adı ne de bir namı var…
Biz Başarılıya İmreniriz, Çalışkana Değil!
Başarı genel olarak toplumsal normlar tarafından kabul görmüş bir ölçüt filtresinde süzülüp yine herkes tarafından kabul görmüş bir sonuç olarak algılanır. Yani işin içinde herhangi bir şaibe söz konusu değilse, başarı çıktıları tıpkı matematik gibi nesnel ve şeffaftır. Örneğin sempatik başarılımız Mete Gazoz… Tüm dünyaca kabul görmüş bir “başarılı”. Ölçüt filtresi belli, çıktıları belli.
Başarı bu kadar basit görünürken, çalışmak öyle mi? Sempatik başarılımız Mete Gazoz’u ben hiç çalışırken görmedim. Sadece ödül alırken gördüm. “Mete Beyciğim bu sene de en sempatik sizsiniz, o yüzden yine sizi şampiyon yapmak istedik, lütfen ödülünüzü kabul edin.” dediklerini de şahit olmadım. Nasıl bir disiplinle çalışıyor da bu kadar başarılı olabiliyor? Çalışmak oldukça uzun vadeli bir süreci kapsıyor. Bu süreç içerisinde belki de hoşlanacağınız birçok aktiviteden uzak kalacak özveriye ve disipline sahip olmak şart. Maddi ya da manevi gözyaşı dökmek gerek yani. Başarıyı oluşturan en büyük etken olan çalışma bu kasvet dolu, virajlı yollardan geçiyor. Böylesine sıkıcı bir cendereyi kim sevecek de imrenecek?
Sadece Başarılı mı Ödüllendirilmeli?
Bu yazıyı yazan bendeniz ve dahi okuyan sizler de kendi mesleklerinde çok büyük ihtimalle dünya çapında sansasyon yaratacak Nobel, Oscar ya da Grammy gibi bir ödüle layık görülemeyeceğiz maalesef. Ancak bu kadar büyük prodüksiyonlu olmasa da ödül almak, takdir edilmek harika bir şey. Şirketlerde de özellikle İnsan Kaynakları departmanlarının bu konuda aktif rol oynaması gerekiyor. Ben ödül mekanizmasının şart olduğunu ve tüm kurumun önünde ifşa edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü başarılıya, ödüllüye imreniriz. Bir şekilde kendimizi de oralarda görmek ister, en azından hayal ederiz.
Ödül değerlendirmelerinde başarı başlığının yanında bir de çabayı da eklemek gerektiğini düşünüyorum. İyi niyetli, gerçekten özveriyle çalışan ancak departmanı ya da işi gereği herhangi bir sonuca direkt olarak etki edemeyen yani konumu gereği yan rollerde olan ama başrollere müthiş asistler yapan çalışanları da unutmamak gerek. Örneğin futbol, basketbol gibi takım sporlarında bunun aksini çok sık görüyoruz ve bu bence çok üzücü bir şey. Bir defans oyuncusunun gol kralı olmak gibi bir ihtimali imkansıza yakın. Gelin gelelim gol kralını besleyen de gol kralı olma ihtimali çok çok düşük olan bu yan rol oyuncuları.
Sonuç Odaklılık Kadar Süreç Odaklılık
Şirketlerdeki ödül mekanizmasının şeffaf işlemesi ve şaibeye mahal vermemesi de gerekiyor. Bu “en çok satış yapan falanca ödülü alır” mantığı oldukça kolay anlaşılır. Basit ve nettir. Ancak işin içine her zaman nesnel olarak ölçülemeyebilen, çaba ile ilgili bir kriter dahil ederseniz burada çok dikkat etmeniz gerekir. Çünkü ödül mekanizmasında bir şeylerin ters gittiğini, ölçülerin çok da hakkaniyetli yapılmadığını düşünen bir cenahın peyda olması işleri tepetaklak edebilir. Kaş yapayım derken göz çıkarmamak için şeffaf olmak bile tek başına yeterli değildir. Adaletinizden karşı tarafın emin olduğundan emin olmanız gerekir.
Başarının yanında; çalışkanlığın, azmin yani çabanın da ödüllendiriliyor olması sonuç odaklılığın yanı sıra süreç odaklı olmanın da önemini kabul etmiş bir şirket kültürüne sahip olduğunuzu gösterir. “Nesnel başarı olmasa da olur ama bana çabanı muhakkak göstermelisin” yaklaşımı, çalışanlara bunun değerli olduğunu gösterir ve onları çalışkanlığa teşvik eder.
2000 yılında aramızdan ayrılan ünlü halk ozanımız Özay Gönlüm de bu noktada benzer düşüncelere sahip olmuş olacak ki şarkılarına konu etmiş. Her ne kadar Z Kuşağına ve Yapay Zeka Çağına oldukça ters olmasının da farkında olsam da yine de yazımı Özay Gönlüm’e ait bir Denizli türküsünün dizeleriyle noktalamak istiyorum:
Evlerinin önü bulgur kazanı,
Herkes sever okuyanı yazanı,
Kimse sevmez meyhanede gezeni.