Skip to main content
search

Babamı normalde çok severim ama sevmediğim özellikleri de var elbette… Bu sevmediğim özellikleri ilk gençlik yıllarımda fark etmiş ve “Ben asla böyle olmayacağım” demiştim. Aradan insan ömrü için bile kısa bir zaman geçti ve 30’larımın ortalarına yaklaşırken bu sevmediğim birçok özelliği kendimde görmeye başladım. İlk zamanlar direnmiş, “Hayır, aslında öyle yapmak istemedim” diyerek kendime türlü bahaneler bulmuştum.

Ama yapacak bir şey yok…

Sevmediğim birçok huyunu aldım işte.

İş hayatında da yöneticimizin birçok huyu, davranışı, aksiyon planı kimi zaman gözümüze batar. “İyi bir yönetici olsa öyle, böyle, birazcık da şöyle yapması gerekiyor. Ama nerede bizimkinde o vizyon?” diye diye gıybet yaparız. Yöneticilerimiz bile henüz yönetici değilken bu tarz konuşmaların aktörü olduğu olmuştur.

Hele ki uzun dönem (kişiden kişiye değişiklik gösterebilir muhakkak) aynı yöneticiyle dirsek temaslı bir mesai harcamışsanız, ona benzememek ve-eğer sizin mevkidaşlarınızın sayısı da azsa- benzeşmemek işten bile sayılmaz. Bu bir topluluk kuralı olduğu gibi evrimin, doğanın da kanunu. Datassist’teki 8. yılım. Çok yakın çalıştığım mesai arkadaşlarım var. Hatta bazılarını, bazı konular özelinde rol model olarak bile seçiyorum. Bunu da asla sessiz bir biçimde yapmıyor, “Bak, seni takip ediyorum” diyorum. Benim iyi olmadığım ama başka bir arkadaşımın çok iyi olduğu bir konu varsa ve ben ondan bir şeyler öğrenip gelişiyorsam, bundan daha büyük bir takım çalışması daha büyük bir katma değer olamaz. Zamana yayılan bir gelişme süreci olduğu için hemen farkına varılamayabilir.

Bu bir stereotipleştirme değil. Bilakis zenginleşme ve zenginleştirme yolu bence.

Apple Kültürü

Buna örnek olarak Apple’ı göstermek mümkün. Steve Jobs’tan sonra CEO’luk görevini üstlenen Tim Cook’ta da birçok “Steve Jobs özelliği” görmek mümkün. Cihazların tasarımı, yazılımı gibi özellikleri bile bir yana bırakıp daha basit gibi görünen başka bir şeye dikkat çekmek istiyorum: Kutular.

Evet, kutular. Apple ürünlerinin kutuları bile çok ciddi bir titizlikle tasarlanıyor ve bu Apple için bir kültür haline gelmiş durumda. Jobs döneminde de böyleydi, Cook döneminde de böyle devam ediyor. Tasarımdaki detaylar halef, selef CEO’lar için çok büyük önem taşıyor.

Bu benzerlikler yalnızca ürünün kendisinde değil, sahnede de kendini gösteriyor. Gerçi Jobs sahnedeki performansıyla da çok konuşulur, beğeni toplardı. Cook bu alanda Jobs kadar başarılı değil bana göre. Ancak Jobs’un kullandığı ve jenerik hale gelen “one more thing” tamlamasını Cook’un da sıklıkla kullandığını görüyoruz.

Aslında bu iki kişiye daha yakından bakmak gerekiyor. Çünkü Jobs bir vizyonerken, Cook ise operasyon dâhisi. Baktığınızda ikisinin sosyal becerileri birbirinden uzak duran ama iki eşsiz parçalık bir puzzle gibi. Cook’a Jobs’tan çok şey miras kaldı ancak Cook bu mirası olduğu gibi kabul etmedi. Onun yerine kendi heybesindeki birikimiyle harmanlayıp ortaya çok zengin bir değer çıkarmış oldu. Muhtemelen o da Jobs’un kimi huysuzluklarını veya iletişim tarzını içten içe eleştirmiştir ama zamanla onların ardındaki disiplini fark etmiş olmalı.

Kurum Kültürü Benzeşerek Doğar

Bir toplulukta beraber çalışıyor olmak benzeşmeyi kaçınılmaz kılıyor. İstediğimiz kadar “ama ben farklıyım” deyin. Siz de bir yerlerde, birilerine benzemeye başlayacaksınız. Bu benzeme, bu zenginleşme çok kıymetli. Bu kıymet yüzünden turn over’ı düşük şirketler daha güvenilir, daha sağlam kurumlar olarak nitelendiriliyor. Çünkü bu organizasyonlarda daha sağlam bir kurum kültürü var.

Evet İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyorsanız, uzaktan çalışma sizin için harika bir nimet olabilir. Günde 3-4 saat trafikte geçiriyor olmak çok can sıkıcı bir durum. Uzaktan çalışma modelleri bu gereksiz süreleri ortadan kaldırıyor.

Ancak bunun karşılığında da iş arkadaşlarından beslenmekten mahrum bırakıyor ve zenginleştirmiyor. İşteki süreçlerle ilgili bir şeyler öğrenmek, yalnızca şimdiki şirketinize daha çok değer katmak demek değil, direkt olarak size çok şey katmak. Çünkü bugün bu şirketteyiz, yarın başka bir şirkete gittiğimizde heybemiz ağzına kadar tecrübeyle dolu olabilir. Bunu çoğu kez işin içinde anlamayız ama büyük bir değişiklik yaşayıp, heybeye baktığımızda “bu kadar tecrübeyi ne ara edindim” deriz. Bu profesyonellik için müthiş bir şey.

Duvarlarda büyük büyük yazılan “vizyonumuz” ve “misyonumuz” genel olarak çalışanların umurlarında değil. Kültürü duvara yazarak kazanamayız, görünmez bir senaryoyu içselleştirmemiz gerekiyor. Bunu da görerek, kabul ederek, anlam kazandırarak yapmamız gerekiyor. Bunun da ilk adımı “benzemek”. Ekibe her yeni gelen gençliği ya da tecrübesiyle muhakkak bir şey katacak, bir şey alacak. Unutmayalım; güçlü kurumlarda edilgen bir benzeme yok, etken ve çağın gerekliliklerine uyum sağlayan yani yaşayan bir benzeşme var.

Peki, siz kime benziyorsunuz?