2039 yılının yağmurlu bir ilkbahar gününde, ML ve AI destekli bir iş verimliliği uygulamasının yaptığı analizler sonucu daha odaklı ve verimli çalıştığınızın belirlendiği kafeye gitmek istediniz. Tüm birikiminizle satın aldığınız 4. seviye otonom aracınız sizi o kafeye götürdü. Ardından taksicilik ve mobil kiralama uygulamaları için çalışmak üzere uzaklaştı. Akşam olduğunda çalışmanız bitmiş, aracınızı beklerken sipariş ettiğiniz kahve gelmişti. O sırada akıllı kulaklığınız bugün çalıştığınız işten elde ettiğiniz maaşınızın hesabınıza yattığının bildirimini verdi. Detay öğrenmek istediğinizi söylediğinizde bu parayı kazanırken harcadığınız toplam saat ve geliri, biyolojik verilerinizle hesaplanan bir sağlık amortisman giderini, bireysel sağlık ve emeklilik sigortası kesintilerinizi, ödenen vergi tutarları gibi her kalemi size aktardı.
Ardından aracınız geldi ve sizi alıp bugün için seçtiği kiralık eve götürmek için yola çıktı. Yol boyunca tüm gün kazandığı parayı, ne kadar elektrik harcadığı gibi detayları size anlatırken son olarak da önümüzdeki ay periyodik bakıma girmesi gerektiğini söyledi. Net bakım ücretini kazanabilmek için o tarihe kadar 14,5 saat taksicilik yapabileceğini veya bizim 6,5 saat daha o kafede oturup çalışmamız gerektiğini iletti. Hangi seçeneğin daha mantıklı olduğunu sorduğunuzda bizim genel finansal sağlığımız için ekstra taksiciliği öneriyor. Zaten artık hiçbir insan eskiden olduğu gibi kendi finansal kararlarını kendileri vermiyor ve yapay zekaya güvenerek çok daha stabil yaşamıyorlar mı. Evet kimse uçmuyor ama kimse de düşmüyor.
Yukarıda, 15 yıl sonraki yaşamınızın sıradan bir gününden sıradan bir beyaz yakalı olarak yaşayabileceğiniz bir durumu betimlemeye çalıştım. Bazılarınıza çok tanıdık gelebilir çünkü günümüzde dahi bu yaşamın içeriklerine dair küçük ipuçlarını görebiliyoruz. Bu ipuçları daha çok teknolojik pratiklerimizden ve bunun az çok gidebileceği yeri tahmin edebilmemizden geliyor. Peki bu teknolojilere ulaştığımızda bunların çalışma hayatımıza etkileri nasıl olacak?
Zamanla “Bir firmada işe girdim” yerine “bir firmada iş aldım” kullanımını daha sık göreceğimizi düşünüyorum. Aslında teoride bugün de bu şekilde ancak birçoğumuz yasal pratiklerden dolayı bu farkındalığı unutmuş. İşin özünde her birimizin bir emeği var ve bu emeği satışa çıkarmak için işgücü piyasasına başvuruyoruz, sonrasında bir şirket bu emeğin kendisi için yararlı olacağını düşünüyor ve bizimle bir satın alma sözleşmesi imzalıyor. Burada aslında işveren, sağladığı hizmet veya ürününün piyasada var olabilmesi için emek hammaddesi kullanıyor. Sonrasında emeğimiz karşılığında fatura yerine bordro düzenlenerek bize ödeme yapılıyor ve biz de buna maaş diyoruz. Ama maaş olarak adlandırdığımız bu kavram için başka bir algı oluşmuş durumda ve özellikle birçok beyaz yakalı çalışan emeğini minimum seviyede sunsa dahi alacağı maaş değişmiyor. Çalışan açısından ne verip karşılığında ne aldığını ölçmemekten gelen konfor, dolaylı olarak bireylerin finansal bilincinin oluşmasının önünde bir engel oluyor. Masanın diğer tarafında finansal kasları daha kuvvetli olan işverenlerde ise çalışanın sahip olduğu bu konfor bir konforsuzluk yaratıyor ve son yıllarda uygulaması artan performans yönetim sistemleri de bu konforsuzluğa bir çözüm olmaya çalışıyor.
Bireylerde finansal bilincin yaratılabilmesinin başlıca etkenlerinden biri de finansın demokratikleşmesine bağlıdır. Finansın demokratikleşmesi kavramı Yale Üniversitesi Finans ekonomisti Robert Shiller’e göre sıradan insanların servet yaratmaya yönelik finansal araçlara erişimini artırarak mümkün olur. İnsanlar kendi paralarıyla yatırım yapma fırsatlarına ne kadar çok erişime sahip olursa, demokrasi de o kadar fazla olur. Kendi paralarıyla yatırım yapabilme fırsatına erişim elde edebilmek ise öncelikle kendi parasının farkında olan bireyleri gerektirir.
Yine beyaz yakalı bordrolu çalışanlar üzerinden gidecek olursak, kendi bordrosuna erişimi olmayan – erişebilse dahi sadece net ödeme kısmıyla ilgilenen – emekçiler için finanslarını demokratikleştirme imkanından söz edemeyiz. Trend olan ve uygulanma oranı daha da artacak olan parça başı iş modelleri, dönemsel istihdam ve şahıs şirketleri bizim maaş alma yöntemlerimizi değiştirecek. Bu değişim içinde de bordroyu banka ve çalışanın ötesine taşıyan API’ler, fintech ve cüzdan uygulamaları çalışanların maaşlarına erişim için birçok yeni opsiyon sağlıyor. Mesela bu opsiyonların daha hızlı hayata geçirildiği ABD’de İK ve bordro yazılım sektörünün pazar büyüklüğü, genel ekonomi ve teknoloji sektörüne oranla daha hızlı arttı. Bunun gibi bulut tabanlı İK ve bordro yazılımına geçiş, işletmeler için sadece hantal elektronik tablo programlarına karşı bir çözüm sağlamanın ötesinde çalışanlarının finansal erişimine ulaşabilmelerine de yardımcı oluyor. Ülkemizde de sayısının arttığını gözlemleyebildiğimiz şahıs şirketi kuryeler, birçok instant delivery ve e-ticaret sitelerine hizmet sunuyor. Bu tür geçici işlerde kişiler talep üzerine veya gerçek zamanlı ücret alırlar. Bu da onların anında veya neredeyse anında ödemeler sunan bordro yazılımı sağlayıcılarına ihtiyaçlarını yaratıyor. Gelecekte bu ihtiyaca yönelik yazılımlar da bugünden aklımıza gelmeyecek entegrasyonları da içererek gelişecektir. Ve bodroyu herkes için erişilebilir kılıp daha da demokratikleştirecektir.
Sonuç olarak mobil uygulamalar bordroyu çalışanlar için erişilebilir hale getiriyor. Telefonların hakim olduğu ve bilgilerin her zaman anında ulaşılabilir olduğu bir dünyada, çalışanların maaş bordrosu, yan haklar, isteğe bağlı ödeme alma yöntemleri ve İK hizmetlerine yönelik mobil uygulamalar toplumsal finansal bilinci arttıracaktır. Bu, günümüzde işverenleri sezgisel, kullanıcı dostu, çalışanlara yönelik ve entegrasyonlar içeren çevrimiçi bütçe dostu sistemleri çalışanlarına sunma konusunda daha fazla baskıyla karşı karşıya bırakacaktır.
Bugünlük bu finansal bilicin yaratılmasının, finansın ve bordronun demokratikleşmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Ancak gelecekte otomobilimiz bile finansımızı kontrol edebilecek yeteneklere sahip olduğunda, bir zamanlar bir yakınına telefonla ulaşmak istediğinde önce Ankara’daki santrale bağlanmak zorunda kalan büyüklerimizin ödediği teknolojik bedel gibi bizim de bugün verdiğimiz bedel fark edilir mi bilmiyorum. Umarım edilir.